Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, dağların tepesindeki minik bir çiftlikte tavuklar, inekler, tavşanlar, ördekler, kazlar ve birçok çiftlik hayvanı birlikte mutlu mesut yaşarmış. Bu küçük çiftliğin en gözde hayvanı ise zekasıyla dikkat çeken horozmuş. Başındaki parlak kırmızı ibibiği, bir kralın tacı gibi göz alıcı ve asilmiş. Gagası keskin, gözleri ise meraklı ve zeki bir ifadeyle doluymuş. Güneş dağların ardından kendini gösterdiğinde ilk önce uyanır ve “ü ürü üüü!” diye öterek tüm çiftliğe sabah olduğunu haber verirmiş. Ayakları küçük ama hızlıymış; etrafı dikkatlice eşeler, en lezzetli yemekleri ve mısır tanelerini bile kolayca bulabilirmiş. Ne zaman bir şey keşfetse, heyecanla kanatlarını çırpar ve neşeyle ötermiş. Onun bu enerjik doğası, çiftlikteki diğer hayvanlara da bulaşır, herkesi mutlu edermiş.
Bir sabah, güneşin ilk ışıklarıyla birlikte, “Üü ürü üüü!” diye öterek yeni bir güne “Merhaba” demiş. Minik ayaklarıyla samanları eşelerken, bir şeyin samanların arasında parıldadığını görmüş.
“Vay canına, ne buldum acaba?” diye düşünüp, heyecanla samanları eşelemeye devam etmiş. Horoz Bey’in minik yüreği pırpır çarpmaya başlamış ve sevinçle dolmuş. Eşeledikçe heyecanı da artıyormuş.
Sonunda bakmış ama tüm umutları suya düşmüş. Parıldayan şey hiç de tahmin ettiği gibi bir yem ya da mısır tanesi değil, bir inci tanesiymiş! Çiftlik sahibesinin düşürdüğü inci tanesi oldukça nadir ve çok pahalı bir şeymiş ancak horoz bu duruma hiç sevinmemiş.
“Hmm, sen insanlara çok değerli olabilirsin, inci. Ama ben bir horozum ve seninle ne yapacağımı bilmiyorum,” diye mırıldanmış.
Gözleri o an yanındaki mısır tanesine kaymış ve gülümsemeye başlamış.
“İşte bu benim hazinem! Parlak bir taşın yerine bin tane mısır tanesini tercih ederim,” demiş.
O gün Horoz Bey, çok önemli bir ders öğrenmiş. “Her şeyin bir değeri vardır, ama o değer nerede olduğuna ve kimin için olduğuna bağlıdır,” diye düşünmüş. “Benim için mısır tanesi bir hazine iken, inci başkası için olabilir. Önemli olan, neyin kimin için değerli olduğunu bilmektir.”
Ve Horoz Bey, üü ürü üüü! diye öterek, bulduğu inciyi orada bırakmış ve keyifle kendisi için çok değerli olan mısır tanelerini aramaya devam etmiş. Ama öğrendiği dersi hiçbir zaman unutmamış. Kimi zaman en değerli hazineler, sadece onların kıymetini bilen gözlerle görülebilir, diye içinden geçirmiş. Sonra kanatlarını çırparak, mısır tanesinin peşinden koşmuş, mutlu mesut bir gün daha yaşamış.
Ve böylece, çocuklar, La Fontaine’nin yazdığı Horoz ve İnci masalı bize, değerli olan şeylerin değerini bilmek ve kıymetini anlamak gerektiğini öğretmiş. Fakat unutmamanız gereken bir şey var, her şeyin bir değeri vardır ve o değer, nerede ve kimin için olduğuna bağlıdır.