Bir varmış, bir yokmuş. Eski zamanların birinde ormanın derinliklerinde küçük ve tatlı kulübesinde iki kızıyla yaşayan bir kadın varmış. Kocaman bahçesi olan kulübenin bir tarafında beyaz güller, diğer tarafında ise kırmızı güller yetişiyormuş. Kadının iki kızının isimleri de bahçedeki bu güllerden geliyormuş; birinin adı Karbeyaz diğerinin de Kırmızıgül’müş. Karbeyaz daha sakin ve duyarlı, Kırmızıgül ise daha canlı, enerjik ve neşeliymiş.
Bir kış gecesi Kırmızıgül ve Karbeyaz kulübenin rafından birkaç kitap seçmiş, rahat koltuklara kurulmuş, tam kitaplarını okuyacaklarken birden kapı çalmış. Kapısının çalmasıyla irkilen kardeşler gelen misafirin kim olduğunu sorgulayan gözlerle birbirine bakarlarken anneleri kapıyı aşmış. Kapı açılır açılmaz kocaman kafalı bir ayı karşılarındaymış. Karşılarındaki ayı karanlık gecede üşüyen, titreyen gözlerle bakarken Kırmızıgül ve Karbeyaz’ın yüzü korkudan bembeyaz olmuş.
Ayı, iri bedeniyle kapının önünde durmuş, onlara bakıyormuş. Anne ve kızlarının korktuğunu görünce de o kocaman ayı kafasını nazikçe eğmiş ve yumuşak bir sesle konuşmaya başlamış:
“Korkmayın, sevgili dostlarım. Ben size zarar vermek için buraya gelmedim. Sadece çok üşüdüm ve acıktım.”
Karşılarında bir ayı görmenin şaşkınlığını henüz atlatamayan anne ve kızlar bu kez de konuşan bir ayı görmelerinin şaşkınlığını yaşamış. Çok geçmeden ayının kendilerine zarar vermeyeceğini anlayan anne sakince ayıya yaklaşmış, ona dostça bir selam vererek içeriye davet etmiş. Ayı, minnettar bir şekilde başını sallayarak içeri adımını atmış.
Kırmızıgül, Karbeyaz, anneleri ve ayı birlikte ateşin başına oturmuşlar, sıcak çorba içip uzunca bir süre sohbet etmişler. Bu beklenmedik misafir, kulübede dostluk ve sevgi dolu bir atmosfer yaratmış.
Gece sessizce çökerken, Kırmızıgül, Karbeyaz ve anneleri uyumak için odalarına çekilmiş. Ocağın başında kıvrılan ayı da sessizce uykuya dalmış. Gece gündüze dönmüş, annesi ve kız kardeşinden önce uyanan Kırmızıgül, ayının gittiğini fark etmiş.
Annesine ve Karbeyaz’a seslenip, onlara ayının gittiğini haber vermiş. Karbeyaz, “Ayı neden gitti acaba?” diye sormuş. Anneleri, “Ayının neden gittiğini tam olarak bilemeyiz. Her canlının kendi özgür iradesi ve yolculuğu vardır. Belki de ayı, kendi dünyasında yeni maceralar keşfetmek istiyor.” demiş.
İki kardeş çok üzülmüş, ayıyı tekrar görmeyi ümit ederken ayı o gece de evlerine misafir olmuş. Kırmızıgül ve Karbeyaz, ayının geri döndüğünü görünce sevinçle ona sarılmışlar.
Günler günleri kovalamış. Derken kış bitmiş, bahar gelmiş. Ayının ayrılma vakti kapıya dayanmış. Ayı evden ayrılmadan önce bütün kış boyunca onlara evlerini açan bu aileye gerçeği söylemeye karar vermiş. Derin bir nefes almış ve başlamış konuşmaya:
“Size bir gerçeği açıklamam gerekiyor. Aslında ben bir prensim ve bana bir zamanlar kötü niyetli kişiler tarafından sihir yapıldı. Bu sihir, beni bir ayıya dönüştürdü. Sihrin ortadan kalkması için bu kişileri bulmam gerekiyor. Bir de altınlarım karın altında kaldı, havalar ısındığı için karlar eridi, onları da koyduğum yerden almam gerekiyor”
Kırmızıgül, Karbeyaz ve anneleri, ayının beklenmedik açıklamasını şaşkınlıkla dinlemiş. Ayının gerçek kimliği ve yaşadığı zorluklar onları çok üzmüş.
Ayı, “Teşekkür ederim” demiş ve ormanın derinliklerine doğru yol almış. Ayının evlerinden gitmelerinin üzerinden bir kaç hafta geçtikten sonra kızlar sıcak havanın keyfini çıkarmak için ormanda yürüyüşe çıkmış. Biraz ilerledikten sonra Kırmızgül ve Karbeyaz bir ağacın hareket ettiğini fark edince şaşkınlıkla durup, ağaca yaklaşmışlar. Ağaca daha yaklaştıklarında, yaşlı, solgun yüzlü ve bir metre uzunluğunda beyaz sakallı bir cüce görmüşler. Sakalın ucu ağacın bir çatlağına sıkışmış ve küçük adam ipe bağlanmış bir köpek gibi zıplıyor ve ne yapacağını bilmiyormuş.
Adam kızları görünce onlara hırçın bir tavırla çıkışmış “Ne bakıyorsunuz bana! Orada duracağınıza bana yardım etsenize!”
Kızlar, adamı kaldığı durum karşısında hemen harekete geçmişler. Karbeyaz nazikçe, “Tabii ki size yardım ederiz ama nasıl yardımcı olabiliriz?” demiş diye sormuş. Kızlar adama yardım etmeye çalışmış ancak sakal bir türlü sıkıştığı yerden çıkmamış.
Kırmızıgül ne yapılabilir diye düşünürken bir koşu eve gitmiş, elinde makasla geri dönmüş. Adamın sakalını keserek onu ağaçtan kurtarmış. Ancak, adam beklenmedik bir tepki vermiş:
Ne saygısız çocuklarısınız! Güzelim sakalımı kestiniz! Ardından içi altınla dolu çuvalı alıp, kızlara teşekkür etmeden çekip gitmiş.
Bir kaç gün sonra Kırmızıgül ve Karbeyaz balık tutmak için dereye inmiş. Dereye yaklaştıklarında büyük bir çekirgeye benzer şeyin sanki suya atlayacakmış gibi suya doğru ilerlediğini görmüşler. Ona doğru koşmuşlar ve cüceyi fark etmişler. Kırmızı Gül cüceye yaklaşmış ve “İyi misiniz, dereye mi girmek istiyorsunuz?” diye sormuş.
Cüce birden bağırmış: “Lanet balığın tekinin beni içeri çekmek istediğini görmüyor musun?”
Cüce oturmuş, balık tutuyormuş ve rüzgar sakalını oltaya dolamış. Bir süre sonra balık oltaya takılmış ve cüceyi kendisine doğru çekmeye başlamış. Cüce sazlıklara tutunmaya çalışmış ama bunun pek bir faydası olmamış, çünkü balığın hareketlerini takip etmek zormuş ve suya sürüklenmesine çok az bir zaman kalırken kızlar çıkagelmiş.
Onu sımsıkı tutup, sakalını ipten kurtarmaya çalışmışlar. Sakal ve ip birbirine o kadar çok dolanmış ki kızlar yanlarındaki makası çıkarıp cücenin sakalını kesmek zorunda kalmış. Cüce kızların sakalını kestiğini görünce basmış çığlığı “Sakalımın ucunu kesmek yeterli olmadı mı? Neredeyse hepsini kesmişsiniz.” Sonra sazlıklar arasında duran bir inci çuvalını çıkarmış ve tek kelime etmeden onu sürükleyerek gözden kaybolmuş.
Olayın üzerinden günler geçmiş. Anne iki kızını iğne, iplik, dantel ve kurdele satın almaları için kasabaya göndermiş. Anayolda devasa kaya parçaları saçıldığı için kızlar yolunu fundalığa çevirmiş. Neşeli bir şekilde yürürken büyük bir kuşun havada uçtuğunu, üstlerinde yavaşça dönüp durduğunu fark etmişler. Gittikçe alçalan kuş çok da uzakta olmayan bir kayanın üzerine yerleşmiş. Derken bir çığlık yükselmiş. Hemen çığlığın geldiği yere koşan kızlar bir kartalın cüceyi yakaladığını ve onu alıp götürmek üzere olduğunu görmüşler.
Kızlar küçük adamı hemen sımsıkı tutup, kartalla uzun bir mücadeleye başlamışlar. Cüce ilk korkusunu atlatır atlatmaz tiz sesiyle bağırmış: “Daha dikkatli olmaz mıydınız? Paltomu sürüklediniz, her yanım yırtıldı ve deliklerle doldu, sizi beceriksizler!” Sonra değerli taşlarla dolu çuvalı almış ve tekrar gözden kaybolmuş. Kızlar onun nankörlüğüne alıştıkları için yollarına devam ederek kasabadaki işlerini halletmeye koyulmuşlar.
Eve dönerken tekrar fundalığı kullanan kızlar, değerli taşlarla dolu çantasını yere boşaltan cüceyi görmüşler. Oraya bu kadar geç saatte birinin geleceğini düşünmemiş olan cüce kızları birden karşısında görünce korkmuş.
Kül rengi yüzü öfkeden bakır kırmızısına dönmüş ve “Neden ağzı açık duruyorsunuz orada?” diye bağırmış.
Taşlar o kadar güzel parlıyormuş ki kızlar parlaklık karşısında bakakalırken sesle kendilerine gelmişler.
Cücenin öfkeli sesi yankılanma devam ederken bir ses belirmiş. Ormanın içinden siyah bir ayı koşarak onlara doğru geliyormuş. Cüce korkuyla ayağa fırlamış, mağarasına ulaşamadan ayı tarafından yakalanmış: “Sevgili Bay Ayı, beni bağışla, sana tüm hazinelerimi vereceğim; Bak, orada duran güzel mücevherler senin! Bana hayatımı bağışla; benim gibi zayıf bir küçük adamdan ne istiyorsun?
Ayı cücenin konuşmasını bitirmesine fırsat vermeden pençesini indirmiş ve Cüceden yaptığı sihri bozmasını istemiş. Cüce ayıya sihirli iksiri vermiş. Ayının sihirli iksiri içmesiyle cüce bir toz bulutuna dönüp yok olmuş.
Kızlar ise korkuyla koşarken ayı onlara seslenmiş: “Karbeyaz ve Kırmızıgül korkmayın; durun, ben evinizde misafir kalan prensim.”
Kızlar sesi hemen tanımış. Ayı yanlarına geldiğinde aniden postu düşmüş ve tamamen altınlara bürünmüş yakışıklı bir prense dönüşmüş.
Hepbirlikte birlikte yola koyulup, kulübeye doğru yürümüşler. Kırmızıgül, annelerine yaşananları anlatırken, Prens de sessizce onları dinliyormuş. Saatler saatleri kovalamış, yemekler yenilmiş, sohbetler edilmiş, ayının yeniden prens olması kutlanmış.
Bu gece, sadece ayının Prens oluşunu değil, aynı zamanda Kırmızıgül ile Prensin birbirlerine olan sevgilerini kutlama vaktiymiş. Masalların gerçekleştiği, mutlu sonların yaşandığı bir dünyada, ikili birlikte geleceğe doğru adım atmaya söz vermiş, ayının evlerine geldiği ilk günün yıldönümünde görkemli bir düşün yapmışlar. Karbeyaz da prensin kardeşiyle evlenmiş.
Ve o gece, aşkın gücünü ve masalların gerçek olabileceği bir kez daha kanıtlamış.