Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zamanların birinde iki minik fare birbirlerinden çok farklı hayatlar yaşarmış. Biri ışıltılı dükkanların, büyük gökdelenlerin olduğu kalabalık büyük bir şehirde yaşayan görmüş geçirmiş Şehir Faresi’ymiş. O her daim şık giyinir, güzel yemeklere eşlik eder şehrin telaşında yaşayıp gidermiş. Diğeri ise, sakin ve huzurlu bir hayat sürdüren, doğanın her türlü güzelliğini bilen mütevazı Köy Faresi’ymiş. Bir gün, Şehir Faresi, dostu Köy Faresi’ni ziyaret etmeye karar vermiş.
Köy Faresi, kırların taptaze kokusuyla Şehir Faresi’ni kapıda karşılamış. Uzun zamandır görmediği bu eski arkadaşını görünce çok sevinmiş. “Hoş geldin!” diyerek onu içeri davet etmiş. Uzun yoldan gelen Şehir Faresi oldukça açmış. Köy faresi hemen arkadaşı için kendince en iyi sofrayı hazırlamaya çalışmış ancak sofrada, sadece doğal yiyecekler: bir kaç dilim taze beyaz peynir, güzel kokan yabani otlar ve köy ekmeği varmış.
Şehir Faresi, sofrayı görünce hayal kırıklığına uğramış, “Sevgili dostum, sen gerçekten de bunlarla doyuyor musun? ” demiş.
Arkadaşının sözlerine biraz alınsa da onun kötü niyeti olmadığını bilen Köy Faresi, arkadaşını samimiyetle yanıtlamış.
“Arkadaşım, bizim buralarda sadece bunlar var. Doymadıysan sana daha çok getirebilirim. Soframız basit çeşidimiz azdır ama huzurla keyifle yeriz.” demiş.
Şehir Faresi, hızla yemeğini yerken “Mutlaka benimle şehre gelmelisin, nasıl yaşanıldığını sana göstereyim. O kadar şaşıracaksın ki, ‘Köyde nasıl yaşamışım?’ diyeceksin.” diye eklemiş.
Köy faresi arkadaşının telaşına şaşırsa da teklifini kabul etmiş.
Bunun üzerine, iki fare hemen yola çıkmışlar. Şehre geldiklerinde doğruca Şehir Faresi’nin yaşadığı lüks eve gelmişler. Gerçekten de her yer ışıl ışıl ve çok etkileyiciymiş. Köy Faresi adeta büyülenmiş gibi etrafına bakınıyormuş. Zaman ilerlemiş, hava kararmış sanki gündüzmüş gibi hissettiren lambaların altında, zengin bir masa kurulmuş. Şehir Faresi, “Şimdi gerçek bir ziyafet yemeye ne dersin?” diyerek gülümsemiş. Masada pastalar, reçeller, süslü yiyecekler varmış. Ev sahipleri çoktan masadan kalkmış. İki arkadaş fare harika sofranın keyfinin çıkaracakmış. Şehir Faresi yine hızlı hızlı tüm yiyeceklerden yemeğe başlamış. Köy Faresi, onun bu telaşlı yapısına anlam veremiyormuş. Tam keyiflerine diyecek yokken, bir anda yüksek bir havlama sesi duyulmuş.
Şehir Faresi, hemen arkadaşını dürtmüş, “Hadi ama hızlı olmalısın” demiş.
Köy Faresi, “Bu neyin nesi?” diye sormuş.
Şehir Faresi, “Ah, evin köpekleri, ben onlara alıştım.” demiş ve eklemiş biraz hızlı yersen tüm bu güzel yemeklerin tadına bakabilirsin.” demiş. Köpeklerin sesleri git gide daha yakından geliyormuş.
Köy Faresi için bu durum çok stresliymiş. Masadaki değişik yemeklerin lezzetinin merak etse de iştahı kaçmış. Kaçmayı düşünürken yemek yiyemiyormuş. Tam bu sırada, kapı hızla açılmış ve iki büyük köpek içeri dalmış. Fareler, bir çırpıda kaçmak zorunda kalmışlar.
Köy Faresi, oradan ayrılırken, “Teşekkür ederim, sevgili dostum. Ama ben, sakin ve huzurlu yaşadığım köye dönmek istiyorum. Orada, belki lüks yok ama en azından huzur var,” demiş ve tekrar kırsalın huzur dolu atmosferine dönmüş.
Şehir Faresi ise, o an arkadaşının köyde huzur içinde rahat rahat yediği yemekleri hatırlamış ve içinden “Belki lüks her şey değildir.” diye düşünmüş. Köy Faresi’nin huzurla sakin sakin yemek yediği anlar hiç aklından çıkmıyormuş.
Şehir Faresi, arkadaşının düşüncelerini anlayışla karşılamış, şehrin ışıltılı dünyası, lüksü ve renkliliği bir anda çok anlamsız gelmiş. Kendi içinde, “Bu lüks içinde bile aslında ne kadar huzursuzmuşum ben?” diye düşünmüş.
Köy Faresi, ormanın yolunu tutmuş, yıldızların altında, ay ışığının kendisine eşlik ettiği bir gece vakti köyüne dönmüş. Köpeklerden korksa da o güzel sofrada tattığı farklı lezzetlerin ne kadar güzel olduğunu fark etmiş ama doğanın kucağında, yemekler sade olsa da, korkusuzca ve huzur içinde yiyebileceği bir hayatı seçmiş.
Şehir Faresi ise, köyün sakinliğini ve huzurunu anlamış. Gerçek zenginliğin, yalnızca maddi birikimler veya lüks yaşamda değil, iç huzurunda ve sevdikleriyle paylaştığı anlarda saklı olduğunu anlamış.
Ve böylece iki eski dost, birbirlerinin hayatının farklı yönlerini görmüşler. Bir daha ki sefere, belki Şehir Faresi köyü ziyaret edecek, belki de Köy Faresi şehre gidecek; fakat her ikisi de birbirlerinin yaşam tarzına saygı duyarak, kendi seçtikleri yolda mutlu olacaklarmış.
İşte masal da burada bitmiş.
Unutmayın, farklı yaşamlar öğrenmek çok güzeldir ancak hayatta en önemli olan şey, birbirimizi olduğu gibi kabul etmek ve kendi yolumuzda mutlu olmaktır.